بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ

عَلَىٰ قَلۡبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلۡمُنذِرِينَ ١٩٤

Senin kalbine; uyarıcılardan biri olasın diye.

– Seyyid Kutub

بِلِسَانٍ عَرَبِيّٖ مُّبِينٖ ١٩٥

Açık, yalın bir arapça ile

– Seyyid Kutub

وَإِنَّهُۥ لَفِي زُبُرِ ٱلۡأَوَّلِينَ ١٩٦

Kur'an'ın temel ilkeleri, daha önceki ümmetlerin kutsal kitaplarında da yer almıştı.

– Seyyid Kutub

أَوَلَمۡ يَكُن لَّهُمۡ ءَايَةً أَن يَعۡلَمَهُۥ عُلَمَٰٓؤُاْ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ ١٩٧

İsrailoğulları bilginlerinin bu Kur'an'dan haberdar olmaları müşrikler için bir delil değil mi?

– Seyyid Kutub

وَلَوۡ نَزَّلۡنَٰهُ عَلَىٰ بَعۡضِ ٱلۡأَعۡجَمِينَ ١٩٨

Eğer biz Kur'an'ı ana dili arapça olmayan birine indirseydik de,

– Seyyid Kutub

فَقَرَأَهُۥ عَلَيۡهِم مَّا كَانُواْ بِهِۦ مُؤۡمِنِينَ ١٩٩

Onu o müşriklere okusaydı ona yine inanmazlardı.

– Seyyid Kutub

كَذَٰلِكَ سَلَكۡنَٰهُ فِي قُلُوبِ ٱلۡمُجۡرِمِينَ ٢٠٠

Böylece inanmamayı ağır suçluların kalplerine aşıladık.

– Seyyid Kutub

لَا يُؤۡمِنُونَ بِهِۦ حَتَّىٰ يَرَوُاْ ٱلۡعَذَابَ ٱلۡأَلِيمَ ٢٠١

Onlar acıklı azabı görmedikçe ona inanmazlar.

– Seyyid Kutub

فَيَأۡتِيَهُم بَغۡتَةٗ وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ ٢٠٢

O azapla hiç farkında olmadıkları bir sırada, ansızın yüzyüze gelirler.

– Seyyid Kutub

فَيَقُولُواْ هَلۡ نَحۡنُ مُنظَرُونَ ٢٠٣

O zaman «Acaba bize mühlet verilir mi?» derler.

– Seyyid Kutub

أَفَبِعَذَابِنَا يَسۡتَعۡجِلُونَ ٢٠٤

Onlar azabımızın bir an önce gerçekleşmesini mi istiyorlar?

– Seyyid Kutub

AYARLAR
Okuyucu